AMCAMIN ŞEKERSİZ ÇAYINA KAŞIK

Yağmurlu, biraz karanlık ama çok güzel bir İstanbul sabahı. Nasıl güzel olmasın, yaşamak var içinde. Sıcacık, güvenli, huzurlu bir yuvadan dışarıya bakış var. Her kar yağışında içime dolan ya yoksullar ne yapacak endişesi yine içimde, üstelik katlanarak büyümüş şekilde. Düne kadar ya başımıza gelirse diye endişelendiklerim başımızda ama biliyorum ki herkesin başına geleni bizim de yaşamamız kadar doğal bir şey yok.

Umut, mücadele, akılcı yöntemler, güç ve gönül birliği, sevgi, bağlılık, her zoru yener. Kalpten yapılan dualar asla yerde kalmaz. Tevekkül, sabır, yaşımızla, öğrendiklerimizle birlikte harmanlanıp her gün yeniden şekillendiriyor bizi. Ya Allah bismillah diyerek her yeni gün tekrar başlıyoruz hayata, az önce doğmuş gibi. Yumurtamız yeni çatlamış, dünyayı ilk kez görüyormuş, insanları yeni baştan tanımamız gerekiyormuş gibi.

Mazhar Fuat Özkan seçtim bugün, klasik "Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da "şarkısıyla. Havaya uyan bir hüzün aynı zamanda uyumun ifadesi gibi geliyor bana. Sessizliğe yakışan yağmur damlaları veya bir bardak çaya yakışan kaşık şıkırtıları gibi. Amcamı bu sabah biraz daha iyi anladım. Şekersiz çayına illaki kaşık istemesi, illaki o çayı karıştırması, illaki küçük klasik düz çay bardağı isterim diye tutturması. Çayın demi kadar gerekli olan şekil ve ses nasıl da artırıyor çayın tadını. Ahh yine bir özlem sarmalı, ne kadar da güzel yarabbim. Düne kadar komik bulduğum, çocuksu bulduğum bu davranışı anlamam için fark ettim ki yeterince pişmemişim. Kim bilir daha neler var gözüme giren ama görmediğim, fark edemediğim.

Başarılar, gelişmeler, galibiyetler, sevinçler kadar hızlı yayılıyor bizi üzen haberler. Teknolojinin, bilişim çağının bir hediyesi bu bize. Bir yanımız ganimet bir yanımız mahrumiyet, keder. Öyle çok düşüp kalkıyoruz ki. Her keder bir iz bırakıyor. İs tabakası gibi sarıyor yüreğimizi acılar. Her gün gaz lambasının şişesini hohlayarak parlatan annelerin yerini, acıların izini silmeye çalışan biz titiz hanımlar aldık. Katranlaşmasın istiyoruz; yüreğimizi duyarsız kılmasın kederler.

Mahallemizdeki, köyümüzdeki, ilçemizdeki birbirine benzeyen hayatlar bizlere eşitlik duygusu veriyordu. Hepimiz aynıydık. Özentiler az, hırslar az, dayanışma çoktu. Hiç kimse hiç kimsenin ne onmasına ne ölmesine izin vermiyordu. Bir yanı eksik, yanlış olan bu tutumun bile geçer akçesi vardı. İnsanlar risk almaktan korktukları için yanındakini de sıkıca tutuyordu ki başına kötü bir şey gelmesin. Tabi bu arada istemeden nice başarılı yolu da engellemiş oluyorlardı ama iyi niyet vardı içinde. Gerçi cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle örülür diye de bir söz vardı, değil mi?

Sosyal medyanın insan hayatına etkisi çok fazla. Ne çok ölüm haberi alıyoruz. Acılar paylaşarak azalıyor. Belki yazarak atıyoruz acının bir kısmını. Arkadaşı, dostu ölenler. Hocası, kocası ölenler. Onuncu yirminci ölüm yıldönümünü ananlar. Öleni anarak yaşatmaya çalışanlar. Ölüm döşeğindeki hastasıyla fotoğraf paylaşanlar. Yalnızlığını yenmeye çalışanlar.

Sanırım kötü şeyleri paylaşıp iyiyi güzeli kendimize saklar olduk. Nazardan mı korkuyoruz. Bizde olanı isterler korkusu mu. Yoksa zaten insanoğlunun mayası mı bu; zenginliği saklamak, fakirliği, yoksunluğu yaymak.

Seçim yapmalıyız belki. Güzelin yayılmasına, ilham ve haz alınacak şeylerin çoğalmasına, başarılı ve doğru davranışların yayılmasına yardım etmeliyiz. Güzel izler bırakmaya çalışmalıyız. Bilelim ki her keder, masum, ilgisiz, yabancı ama yufka yürekleri yormakta.

Eskiler daha mı gerçekçiydi bilmem ki. Acı bir başka acıyı önleyecekse bize faydalı oluyor. Hatalar başka hataları önleyecekse bilmemizde fayda var. Yanlışlar doğruyu bulmamıza yardım edecekse anlamlı. Yarıda kalan değerli bir işin tamamlanma umudu varsa....

Yok yok belki de yine kendi hamlığımın nefes sesleri bunlar. Belki de şekersiz çayın karıştırılmasına anlam veremediğim gibi yine bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum. Ama gönlüm istiyor ki hep güzel haberler alayım. Neşeli yüzler, başarıdan başarıya koşan insanlar, birbirine uzanan yardım elleri, doğayla, çevreyle kucaklaşan güzel insanlar göreyim.

Siyasi hedefini, özgürlük mücadelesini orman yakarak, adam öldürerek ifade edenlere ne anlatabilirim ki. Cennetin yolunu tarif edeceğim diye küçücük çocukların yüreğine korku tohumları ekenlere ne anlatabilirim. Doymak bilmez nefsi için başkalarının hakkını gözünü kırpmadan yiyenlere ne anlatabilirim. Yanlışlar gözüne girerken susanlara ne anlatabilirim.

Sözlerimiz ne kadar aciz. Bizlere temenni ve dualar kalıyor sarılmak için. Hamdım, piştim, yandım elbette ki Mevlana'nın mertebesi ama hiç değilse azıcık gölgeler düşse üzerimize, hiçliğimizi anlayacak kadar, dünyaya tapmayacak kadar, muhabbetin hazzına varacak, dost kıymeti bilecek kadar.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Reyhan Çetin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.