HAYATIN TATLARI VE HAYATIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

BU CANAVARI BİZ YARATTIK!

Burunlarından kıl aldırmayan, bencil, öfkeli gençler yetiştiriyoruz. Hiçbir şeyi beğenmeyen, hiçbir şeye ilgi duymayan insan müsveddeleri olup çıktılar. Hepsi değil belki, istisnaları var elbette. Ne demişler; “istisnalar kaideyi bozmaz.” Onlar için imkânsız sözcüğü yoktur. Bir şeyin imkânsız olması hem o şeye ulaşmak, hem o şeyi edinmek için engel oluşturmaz. Maddi veya manevi imkânsızlık umurlarında değildir. Anne babalar olarak çocuklarımızın prens ve prensesler gibi nazlı ve şımarık olmalarına ses çıkarmadık. Hak ve ödevler konusunda her şeyi çarpıttık. İşimize geleni öğütledik, olması gereken üzerine pek gitmedik. Doğru dürüst bir gelecek hazırlamak yerine bu günlerini, hatta geleceklerini israf ettik. Çocuk eğitimi konusunda profesyonel katkıları küçümsedik. Her şeyi bildiğimizi zannederek her konuyu yadırgadık ve yargıladık. Sonunda ucube bir gençlik çıktı ortaya. Okulların haline bakın yahu. Onu eğitene bıçak çekmeyi, kafasına mermi sıkmayı neyle açıklayabilirsiniz? Bunun tersi de var tabii. Öğrenciye tecavüzden tutunda öğrenci öldürmeye kadar varan ne çok haber duyduk, okuduk şimdiye kadar. Konutlar ve okullar artık hem eğitim hem şefkat yuvası değiller.

Bu canavarı biz yarattık. Eserimizle övünemeyiz. Yerin dibine girsek azdır, yer bizi kabul ederse..

Soyluluk unvanı bu çağda bile geçerli. Herkes çocuğuna erkekse prens, kızsa prenses diyor. Çocuklarına prens veya prensesmiş gibi davranıyor. Anne-babalar bu prens ve prenseslerin emrindeki uşaklardır. Az gelişmiş ve üretimi elinden alınan toplumlarda görülecek bir davranış biçimi ülkemizde de görülüyor. 1980 sonrası ailelerde bu bozulma çok hızlı biçimde yaşandı. Popçu-topçu şımarığı kültürsüz, zırcahil prensler ve prensesler dört yanımızı sardı.

2000’li yıllarda durum çok daha kötüleşti. Gösteriş budalalığıyla kredi kartlarının verdiği harcama kolaylığı, çocukların bir dedikleri iki edilmeden karşılanır oldu. Buna karşılık onlara verilenler ölçüsünde sorumluluk aşılayacak görevler verilmedi. Kendilerine arkadaş gibi davranıldı, çocuklarsa canları istediği her zaman estirdikleri terörle ana-babalar hazırolda bekletildiler, bekletiliyorlar. Kendilerine soyluluk unvanı vererek Prensim, Prensesim, Paşam

diye diye çocuklar soysuzlaştırıldı. Oysa gençler soylu olduklarına inandırılmış, dünyanın daima istedikleri gibi döneceğini sanmalarına sebep olunmuştu.

Bu arada o kurstan bu kursa koşturulmalarını unutmamak gerek. Usta çırak ilişkisiyle meslekler öldü. Gençler endüstriyel mesleklere yada yöneticiliğe hazırlanıyor. Bilimsel, felsefi ve sanatsal alanlar ilgi görmüyor. Onun için hızla sığlaşıyoruz. Ne müziğin, ne sporun tadına varamıyor şimdiki gençlik. Estetik duygu gelişmiyor. Estetik kaygı barbi bebekler ile komando bebekler olmakla sınırlı. Herkeste aynı sigara paça pantolon, aynı gömlek, aynı saç modeli, kızlarda taytlar, üstüne giyilen bol ve uzun tişört-gömlekle delikanlı, genç kız farkı olmayan sırt çantaları birbirinin kopyası oradan oraya koşan sürüler görüyoruz. Tek dertleri haz alma derdidir. Dikkatleri sıfırdır ve kendini denetleme, düzen hiç yoktur. Bilgisayar ve telefonla sanal aleme giriyorlar ama gerçek alemden uzaklar. İnsanlarla ilişki ve haberleşmeleri son derece cılız düzeydeler. Toplum sorunlarına duyarsızlar. Eğitimi ve meslek seçimi kısa yoldan ve en kısa zamanda para kazanmaya yönelik. Okul bittiğinde asıl korkuyla karşı karşıya kalıyorlar. Küreselci, liberal vahşi kapitalizm, ana babalarının koyduğu feodal unvanları tanımıyor. Ne prenslikleri kalıyor ne prenseslikleri.

Üst düzey yöneticilik ve iyi maaşlar umarlarken herhangi bir yere alınacak 100 kişi için açılan sınavlara 8-10.000 kişi girmenin ümitsizliğine düşmekle yıkılıyorlar. Düşük ücretli üstelik günün üçte ikisinde çalışmaları istenen işlere kalıyorlar. Nazlarını değil çekmek, sözlerini bile dinlemeyen şefler-patronlar, bitmez dedikodularına konu oldukları iş arkadaşları bu unvanları yerle bir ediyor. Ailelerinin her sorunlarına çözüm bulmaları onları kolaycılığa ittiği için, ruhsal donanımsız yakalandıkları zorluklarla baş edemiyorlar. Dolayısıyla yollarına büyük mutsuzluklar çıkıyor. Sonuçta antideprasan ilaç kullanmaya başlıyorlar.

Hayatı değiştirmeyi başaramadıklarını gören, kendilerini değiştirmeyi deneyen var mıdır acaba? Bunu görmeleri mümkün olsa ilaçlara sığınma yerine hayat görüşlerini, benliklerini eriterek değiştirirlerdi. Bunun için sabır, zaman ve emek gerekir ki ismen prens ve prenseslerde bunlar bulunmazlar bile.

Sadece sabır, zaman ve emek yetmez. Ayrıca tüketimin beyinlere kazındığı kültürün değişmesi, her şeye sahip olma hırsından uzaklaşılması gerektiği bütün ailelerce de bir an önce kabul edilmelidir. Sonrasında öğrenmeyle, gelişimle, samimi ve çok boyutlu birliktelik ve iletişimle, çaba göstererek mutluluğa erilebileceğini, amacı olmadan mutluluğa varılamayacağını, dışarda kurtlar sofrasının olduğunu, kimsenin gözyaşlarına bakmayacağını gençler bilmelidir. Böylelikle sahte prens ve prenses olmaktan kurtulup, yaşanabilir bir dünya kuran yüksek ruhlu gençlere kavuşmuş olacağız.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Aydın Göle - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.